Therapia Garden Psikoloji


  Telefon : 0 (538) 310 72 72

Aşk Dedektifliği

 

Onu anlamak her açıdan o kadar zor ki, işimiz işaretlere kalmış durumda. Aşk, kimine göre hayattaki en güzel macera, kimine göre ise bir hastalıktan ibaret. Karşımızdaki insanın aşk olmasa da bize olan ilgisini anlamak sanıldığı kadar zor değil. Sadece biraz tecrübe, dikkat ve pratik gerektiriyor. Elbette, kesin yargılara varmaktan ziyade ufak ipuçlarından çıkarımlar yapmaktan bahsediyorum. Tabii önce aşkın bir hastalık olup olmadığı konusundaki fikirlerimizi netleştirmemiz gerekli.

 

“Aşk nedir?” herhalde tarihteki en eski ve en çok sorulmuş sorulardan biridir. Bilimsel açıdan bakıldığında aşk için kabaca, üremenin ve nesli devam ettirmek için gerçekleşen biyokimyasal bir olay ve kolaylaştırıcı etken denebilir. Deneyimlediğimiz her şey de olduğu gibi aşk da yalnızca beyinde başlar ve beyinde biter. Vücudumuzda hissettiğimiz bütün etkiler beyinden kaynaklanan doğal tepkilerden ibarettir. Aşk kalpte yaşanmaz ve kalbi kırmaz, bu yalnızca bir benzetmedir.

 

Psikoloji literatüründe de aşka dair sayısız çalışma bulabilirsiniz. Mesleki hayatımda çok farklı sosyokültürel gruplara mensup, ekonomik açıdan piramidin en üstünde ve en altında bulunan insanlarla görüştüm. Bir psikolog ve psikoterapist olarak gerçekleştirdiğim bu seanslardan ulaştığım en önemli sonuçlardan biri şu oldu: Aşk bir kelimeden ibaret ve herkes için anlamı farklı.

 

Aşkı hastalık olarak nasıl tanımlayabilir miyiz? Ben bazı aşkları hastalığa veya bir bozukluğa benzetebilirim. En popüler örnek olarak Stockholm Sendromu gösterilebilir. Stockholm Sendromu, bireyin kendisini alıkoyan kişiye bağlanma durumu olarak tanımlanabilir. Eğer dışarıdan birine sorarsanız bu ilişkiyi muhtemelen aşk olarak nitelemez. Peki ya bu durumu yaşayan kişiler? Onların içinde bulundukları hali aşk olarak niteleme olasılıkları yüksek.

 

Toplumumuzda daha sık görülen örnekler mevcut. Partnerinin herhangi bir davranışına karşılık fiziksel ve psikolojik şiddet gösterenlerin davranışlarını sorgularsak “Çok sevdiğim için yaptım.” demeleri sanıyorum kimseyi şaşırtmaz. Böyle bir aşk tanımı olan bireyin psikolojik açıdan yardım almasının zorunlu tutulması ve aşk tanımını değiştirmesi onu bizzat yaşamasına şart koşulmalıdır.

 

Daha naif olarak nitelendirilebilecek, genelde kişiyi mutsuzluğa sürükleyen ve yaşam kalitesini düşüren ilişkilerden de bahsetmek gereklidir. İlişki sona ermesine rağmen iç dünyada yaşanmaya devam edilen ilişkiler ve yol açtıkları problemlerle neredeyse her gün karşılaşıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse bu iliişkileri veya tarif edilen aşkları sorunlara yol açsalar bile hastalık olarak niteleyemem. Sağlıklı ama mutsuz eden bu durumun nedenine dair çocukluk yaşantılarından ebeveyn ilişkilerine kadar uzanan geniş bir yelpazede bağlantılar kurabiliriz. Nedenler o kadar önemli mi gerçekten? Evet duruma göre önem taşıyor. Kişi soruna yol açan dinamikleri keşfettikçe rahatlayıp önünü daha iyi görebiliyor. Yalnız şunu unutmamak lazım: Bu tip yaşantılar hepimize vurabilecek piyangolar gibidirler. Kişiler hayatlarına daha sağlıklı devam etmeye odaklanmalıdır. Seans odasında yaptığımız gibi bireyi merkeze alırsak, negatif yaşantılardan çıkarılacak pozitif sonuçların insanların hayatlarını daha iyi hale getirebildiğini görürüz. İhtiyacımız olan şey yalnızca biraz destek.

 

Şimdi, sonunun mutsuz bitme olasılığını kabul ederek sağlıklı bir aşka yelken açabileceğimiz bir sahneyi hayal ederek karşımızdaki partner adayımızın hal ve hareketlerini konuşalım.

 

“Kişilerarası iletişimin %60’ı sözsüzdür.”

 

Bu cümleyi muhtemelen daha önce defalarca duymuşsunuzdur. Bir de şu var:

 

“Ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemli.”

 

Bu cümleler yanlış değildir ancak detaylandırılmaları gereklidir. Beden dili artık klişeleşmiş hale gelen elinizi kolunuzu nereye koyduğunuz, duruş biçiminiz, gözünüzün ne tarafa baktığından ibaret değildir. Karşınızdakinin  vücudu ve omuzlarıyla birlikte size doğru eğilir gibi yapması, gözlerinizin içine bakarak konuşması ve dinlemesi, tensel temas göstermeye çabalaması size olan ilgisinin açık işaretleridir.

 

Beden dili olarak niteleyeceğimiz ve Lie to Me dizisi ile popülerliğini artırmış en önemli konu mikro ifadelerdir. Mikro ifadeler, Paul Ekman tarafından -ki kendisi Lie to Me dizisinin esin kaynağıdır- ortaya konmuş, saniyenin küçük bir kısmında yüzümüzde gerçekleşen kas hareketleridir. Mikro ifadeleri tespit edebilmek ciddi anlamda egzersiz yapmayı gerektirir. Tabii ki tespit ettiğini mikro ifadenin nedeniyle arasındaki doğru bağlantıyı kurmanız onu anlamlı kılacaktır. Kısacası, sonunu umursamadan yaşayabileceğiniz sağlıklı bir aşkı ve ifadelerle anlatılabilecek diğer her şeyi daha iyi görebilmek için adeta bir dedektif gibi olmanız gerekiyor desem yeridir. Bir psikolog olarak ben öyle olmaya çalışıyorum.

 

UZM.PSK.KAAN BİLGİN